Merhaba… Merhaba Bodrum, merhaba BodrumXL… Rahmetli Cevat Şakir gibi kocaman bir “merhaba” ile başlamak istedim. Bodrum sevdalısı olarak sizlere İstanbul’dan yazacağım. Yazılarımda genellikle tiyatro, edebiyat, sinema ve gezi konuları olacak…
Merhaba…
Merhaba Bodrum, merhaba BodrumXL… Rahmetli Cevat Şakir gibi kocaman bir “merhaba” ile başlamak istedim. Bodrum sevdalısı olarak sizlere İstanbul’dan yazacağım. Yazılarımda genellikle tiyatro, edebiyat, sinema ve gezi konuları olacak. Bazen AKM’DE izlediğim bir operadan ses olacağım, belki Kuzguncuk’a komşu Tekel Sahnesinde izlediğim bir tiyatroyu anlatacağım ama bir bakmışsınız ki Yalıkavak pazarındayım… Bu arada Bodrum pazarlarına bayılıyorum: ) Belli mi olur belki bir gün karşılaşırız oralarda.
Kendimden bahsetmedim sahi; İstanbul’da lise eğitiminden sonra, İstanbul Üniv. Tarih bölümüne devam ettim. Öte yandan temel tiyatro eğitimi, moda eğitimleri aldım. Yayınlanmış birçok kitabım var. Buna senaryo ve oyun da dâhil. Tiyatro Gazetesinde de tiyatro eleştirileri yazıyorum. Köklerim Tarsus’tan Aydın’a, oradan da Bergama’ya kadar uzanıyor. Üsküdar’da doğduk büyüdük ama kalbimiz Ege’de kalmış…
BodrumXL ile nasıl tanıştığıma gelirsek; bir Bodrum delisi olarak sosyal medyada devamlı bodrum gönderilerini takip ediyordum… Bundan sanırım 2 ya da 3 yıl önce –belki de daha fazla- BodrumXL’ı keşfettim. Her gün bakıyorum haberlerine ve durmadan yorum yazıyorum ama büyük bir özlemle yazıyorum. Niyet önemli derler ya, kalpten giden kalbe tesir etmiş… Bir haber yapıyorlar mesela, konu “Bodrum trafiği”… Başlıyorum yoruma; “ah orada olsam da tek derdim trafik olsa” gibi özlem dolu yorumlar: )
Baktılar kim bu deli diye : ) En sonunda iletişime geçtik. Ve Bodrum’a gelir gelmez Nuran Hanımla çarşıda buluşup çay içtik, bir de yanında portakallı kurabiye. Bu bizde geleneksel bir hal aldı. Ne zaman gitsem, müsaitsek şayet illa aynı yerde buluşuruz. Bu vesileyle kalbi güzel bir dost kazanmış oldum. Ve şimdide bir zamanlar haberlerini zevkle takip ettiğim kanalda yazmaya başladım. Daha ne olsun? Hayırlı uğurlu olsun : )
Öyleyse hemen ayağımın tozuyla geçenlerde izlediğim bir oyundan bahsedeyim. Oyunun adı Kök.
Uzun zamandır güzel bir oyun dileniyordum nihayet önüme düşüverdi. Oyunun adı Kök fakat adından ziyade Yusuf’un söylediği bir söz Kök’ün yerini aldı hafızamda; “dün geçti mi, peki yarın gelecek mi?”
Bitmesini istemediğim bir monolog oldu Kök. Yusuf’u Hasan Fehmi Gökdeniz canlandırıyor. Dekor efsane. Efsane derken kafanızda olağandışı bir şeyler canlanmasın. Solda üzeri kitap dolu bir çalışma masası, sağda şövale, üzerinde bir tuval, etrafında boyalar, sehpa en güzeli de elektrikli ocak. Aklıma resim yaptığım, atölyelerden çıkmadığım yıllar geldi ve tabi başta kulakları çınlasın Yücel Dönmez hocamın atölyesi… Boyalar, tuvaller. Uzayan sohbetler, kıllar, fikirler, hayaller, umutlar…
“Dün geçti mi, yarın gelecek mi?” lafı koca bir şemsiye gibi açılıyor tepemizde… Sözün devamını bekleyeceğim yerde ona takılıyor aklım. Yarının gelip gelmeyeceğinden emin değiliz ama hep planlar içindeyiz diyor içimde bir ses…
O esnada Yusuf alıyor eline boyayı fırçayı tuvale bir şeyler karalıyor ve konuşuyor da aynı zamanda. İki ayrı kafanın tek bedende hayat bulduğu oyunda insan olma çabası irdeleniyor. Ve insan olma yolunda çaba sarf ettiğini zannedenlere göndermeler yapılıyor… Zaten toplumların en büyük derdi oldum diyen olmamışların varlıklarına maruz kalmalarıdır.
Ne oldu? Sanat doğdu… Neden? İnsan anlatmak istedi. Hep bir derdi vardı insanın. Yusuf’un da derdi vardı. Derdi büyüktü. Uyarıyordu dostunu durmadan, “etme eyleme” temeline dayalı duraklar koyuyordu arkadaşının önüne. Ama nafileydi… “Fuzûlî okuyorsun ama fuzuli okuyorsun” diyordu alaylı ve ağlamaklı bir ifadeyle.
Siz şimdiye kadar kimi durdurabildiniz ya da kendiniz durmayı denediniz mi hiç?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.