Peter Sheferin 1979’da yazdığı oyun, Türkiye’de en son 2007’de İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmişti. Şimdiyse Çolpan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertaiment iş birliği ile bizlerle buluşuyor. Yönetmenliğini Işıl Kasapoğlu’nun..
Peter Sheferin 1979’da yazdığı oyun, Türkiye’de en son 2007’de İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmişti. Şimdiyse Çolpan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertaiment iş birliği ile bizlerle buluşuyor. Yönetmenliğini Işıl Kasapoğlu’nun yaptığı ve başrollerini Selçuk Yöntem, Okan Bayülgen, Özlem Öçalmaz’ın üstlendiği eser; sahne önünde 35, sahne arkasında 20 kişiyle toplamda 55 kişilik dev bir kadroyla sahne alıyor.
Oyun öncesine gidersek; Amadeus dendiği zaman aklımıza, en azından benim aklıma “Amadeus” filmi gelir. Amadeus oyununa gidecek olanlara tavsiyem; bu filmi mutlaka izlemeleri. Çok seri bir şekilde akan oyunu hele de müzik dünyasının dehası olarak anılan bir şahsiyeti daha iyi anlaşılır kılacaktır.
Mozart’a olan hayranlığım, zamanında onu araştırmama, hayatını, mektuplarını okumama sebep olmuştu. Hatta bunu bilen değerli bir opera sanatçımız Bülent Atak, Mozart’ın eserlerinden oluşan bir set hediye etmişti bana. Oyundaki Mozart insanlara absürt gelebilir fakat aslında öyle değil. Yani Mozart aslında tam da sahnedeki gibi. Anlamadığım şeylerden biri, eserde neden Mozart’ın kız kardeşine yer verilmediğidir –Orijinal eserden bahsediyorum-. Oysaki Jane Glover’in Mozart’ın Kadınları adlı kitabında Mozart’ın Nannerl lakaplı Maria Anna adındaki kız kardeşine çıktığı turnelerden yolladığı mektuplardan bölümler vardır. Çok komik, çok alaycı bir profil çiziyor Mozart. Hayatı pek ciddiye almayan, kendiyle barışık bir tip.
“Koskoca Mozart” denilince insanın aklına “kerli ferli” kabilinden oturaklı, saygın bir tip gelir öyle değil mi? Tıpkı saray bestecisi Salieri’nin de aklına geldiği gibi… Oysa ki Mozart büyümen bir çocuk olarak kaldı, yeteneği Tanrı’nın ona bir armağanıydı.
Hemen oyuna geçersek;
Salieri’yi büyük bir başarıyla Selçuk Yöntem canlandırıyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi; Salieri büyük bir adam bekliyordu ama cüsse olarak değil, daha soylu, daha asil…
O sıralar Viyana’da söylentiler başlar… Herkes Mozart’ın gelişini konuşur. Oyunda bu girizgâh çok güzel canlandırılmıştı. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; biletim ön sıralardandı. Amma velâkin, zemin eğimi o kadar azdı ki kaç kez kontrol ettim hatta yanımda oturanlara sordum –yanılıyor olabilir miyim acaba diye- haklı olduğumu söylediler. Sahne çok güzel, salon devasa, ses mükemmel ama ön sıralarda da otursanız birilerinin kafasının arasından oyunu anca izlersiniz. Ve maalesef bilet alırken koltuğunuzu direkt siz seçemiyorsunuz, ön, yan, balkon her neyse, birinci sınıf da alsanız piyangodan ne çıkarsa bahtınıza. En ön de riskli çünkü sahne çok yüksek. Umarım Zorlu PSM ciddiye alır bunları.
Herkes koltuklarında yerini aldı ve ışıklar hafif karardı… İnsan sesleri gelmeye başladı, baktık sağımızdan solumuzdan 1800’lerden fırlamış ellerinde mum, kafalarında beyaz gösterişli peruklar bir sürü insan… Mozart’ı konuşuyorlar… Bunu gerçekten çok sevdim. Çok heyecan verici. Özellikle kostümler takdire şayan. Fakat Mozart (Okan Bayülgen) oyun boyunca siyah peruklaydı, beyaz bir perukla da görmek isterdim. Süslü ve giyime önem veren Mozart birkaç perukla sahneye çıksaydı daha iyi olurdu sanki…
Tüm bu konuşmalar Salieri’yi hem heyecanlandırmış hem de ürkütmeye başlamıştı… Biri geliyordu… Daha gelmeden sokaklar onun adıyla yankılanmaya başlamıştı bile. Ve sarayın biricik bestecisinin içindeki huzur yerini endişeye bırakmıştı. Tarihte kimi der ki; Salieri Mozart’ı çok sever ve saygı duyar… Kimi de derki onu çok kıskanmıştı öyle ki zehirleyecek kadar! İlk senfonisini 8 yaşında yazmış bir dehayı kim olsa kıskanır. Salieri belki de bulunduğu makamı kaybetmekten korkuyordu. Gerçek hayatta evli ve çocukları olan Salieri, filmde bekâr ve kendini Tanrı’ya adamış bir besteci olarak gösterilirken, oyunda orijinal halini görüyoruz. Ve işte Mozart! Mozart için küçük bir tören tertiplenir, devlet erkânı hazırda beklerken Mozart sevgilisi ve aynı zamanda müstakbel eşi Konstanze ile köşe kapmaca oynar. Demiştik ya; Mozart kural tanımayan, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan yaramaz bir deha diye. Salieri onları izler ve hallerinden utanç duyar. Ve Mozart’tan her zaman tiksintiyle bahseder. Bu kıskançlıktan öte; “Tanrı neden böyle rezil bir herife böylesi bir yetenek bahşetti!” İşte ası soru budur ve bu soru üzerinde döner tüm konu.
Sahneden Selçuk Yöntem’in omzunda ciddi bir yük var. Çünkü Salieri aynı zamanda anlatıcılığı da üstlenmiş. Sahne başlarında neler olup bittiğini ondan dinliyoruz. Yoksa işin içinden çıkamayız ya da oyun 5-6 saat sürerdi. Sürse miydi? Valla ben sıkılmadan izlerdim. Mükemmel bir koro var, mükemmel bir orkestra var. Mozart’ın eserleri eşliğinde ustaları izlemek büyük şans. Ve bu arada yukarıdan izleyicilerin üzerine beste kâğıtlarının yağması ayrı bir olay. Gerçekten çok iyi düşünülmüş, keyifliydi, ne mi yaptım? Kaptıklarımı sakladım elbette.
Mozart öldürüldü mü?
Ve hala muammalar denizinde gelip giden şeydir Mozart’ın ölüm sebebi. Bununla alakalı da çok belgeseller izlemişliğim var. Mozart uzmanları der ki; Hayır Salieri Mozart’ı öldürmedi. Ona çok saygı duyardı. Bence de öyle olmalıydı, sonuçta bir saray besteci basit duygularını (kin, hırs vs) törpüleyebilmiş olmalıydı. Tabi oyun her ne kadar gerçek bir öyküden de beslense yarısı kurgudur ve başlangıcı çok güzeldir; Salieri’nin “Mozaart, Mozaart!” diye seslenişi unutulmazdır. O seslenişteki pişmanlık, kıskançlık; yıllar geçmiş olmasına rağmen unutulmamış daha bir sürü duygunun yankısını hissetmek olağan üstü bir şeydir.
Mozart’ın kendi de bir mason olduğu için ki o yıllarda seçkin insanların mason olması çok da yadırganacak bir şey değildir; Mozart’ın son operası Sihirli Flüt”te masonların birçok sırrını deşifre ettiği söylenir ve masonların da Mozart’ı ortadan kaldırdığı bilinir. Kimi hastalık der, kimi zehirlendi… Gördüğünüz gibi çok fazla seçenek var ve böyle bir insanın bu denli bir “bilinmezde” boğulup gitmiş olması “masonlar” seçeneğini işaret ediyor gibi…
Tekrar etmek isterim; oyundan önce lütfen filmini izleyin. Çok daha keyif alacaksınız. Daha iyi anlamanızı sağlayacaktır bu. Bu arada Amadeus oyununu 1979 ve 1960 sahnelerinden fotoğraflar da ekledim.
Şimdiden keyifli seyirler.
Orkestraya, koroya, tüm oyunculara yürekten teşekkürler…